18 Ağustos 2012 Cumartesi

23) Zodyak ve Burçlar

Her ne kadar bu yaz astronomiye daha çok zaman ayırabileceğimi düşündüysem de bu pek mümkün olmadı. Uzay gözlem günlüğünü yazısız bırakmamak için astronomi terminolojisine ait bazı kavramları burada anlatmak istiyordum. Bunun için Zodyak ile başlangıç yapmak sanırım uygun olacak. Çünkü Zodyak hem astronomi kökenli birçok mitin temelinde yatan bir kavram, hem de bugün gazetelerin astroloji köşelerinin temelini oluşturuyor.

Zodyak'ı anlayabilmek için daha önceki yazılarımda da yaptığım gibi önce antik çağların insanı gözüyle gökyüzüne bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Yalnızca çıplak gözle görülebilen yedi gökcismini ve yıldıztakımlarını izlediğimizi düşünelim. Gece olduğunda gökyüzünü sınırsız sayıda yıldız kaplar. Bu gökcisimlerinden yalnızca beş gezegen, Güneş ve Ay diğer tüm gökcisimlerinden farklı hareket ederler. Gündüzleri ise Güneş ve Ay dışında diğer gökcisimlerini görmek genelde pek mümkün değildir. Fakat oldukça ilginç bir olay dikkatimizi çeker. Geceleri gökyüzünü kaplayan tüm yıldızlardan farklı hareket eden bu yedi gökcismi (wandering stars) aynı zamanda yaklaşık olarak aynı yolu takip ederler. Antik çağların insanına göre gökyüzündeki diğer tüm yıldızlardan (fixed stars) farklı hareket eden bu gökcisimleri Ay, Güneş, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'dür. Şekil 23.1'de bu rotanın üzerinde görülen Uranüs ancak telekopun icadı ile keşfedilmiştir, fakat onun da aynı rotayı takip ediyor olmasının çok basit bir açıklaması vardır.

23.1. Güneş sistemine ait gökcisimlerinin gökyüzünde daima izledikleri yol - Zodyak.

Güneş sistemina ait olan tüm gökcisimleri yaklaşık olarak aynı düzlemin (Şekil 23.2'de x-y düzlemi) üzerinde hareket ederler. Çıplak göze görünen farklı harekete sahip yedi gökcisminin Zodyak üzerinde hareket ediyor olmaları bu düzlemin üzerinde bulunan Dünya'mızdan onlara bakıyor olmamızdan kaynaklanır.

23.2. Güneş sistemimizdeki gökcisimlerinin tek bir düzlem üzerinde hareket ettikleri varsayılabilir.

Güneş, tarih boyunca insan için en önemli gökcismi olmuştur. Karanlığı aydınlatmış, hastaları iyileştirmiş, ekinleri büyütmüştür. Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönmesi Güneş'in Dünya'nın etrafında döndüğü yanılgısına sebep olmuştur. Bu sebeple Güneş'in de Zodyak'ı takip eden bir yörüngeye sahip olduğu sanılmıştır. Böylece varoluşun merkezinde Dünya, onun üstünde Ay ve diğer gezegenler ve Güneş yer almıştır. Fakat bu yedi kürenin de üzerinde gökkubbe, yani konumları değişmeyen yıldızları taşıyan küre yer alır. Güneş Dünya'nın etrafında döndükçe bazı yıldızları perdeler, onların bir süre görünememesine sebep olur.

Gökyüzünde son derece düzensiz duran yıldızların bir anlamı olmalıydı. Güneş her gün doğup batıyordu, fakat bu hareket gökküre üzerinde bulunan yıldızlara göre oldukça yavaş kalıyordu. Oysa mesela Ay, Zodyak üzerinde Güneş'e göre çok daha hızlı hareket ediyordu. Güneş'in Zodyak üzerinde aynı konuma gelmesi bir sene sürerken, Ay Zodyak üzerinde bir senede tam on iki tur atıyordu.

Zodyak üzerinde Ay tam bir tur atarken Güneş de Zodyak üzerinde takip ettiği yolu yavaşça takip eder. Güneş'in Zodyak üzerinde bir ayda ilerlediği mesafe boyunca perdelediği yıldızlardan antik çağın insanları takımyıldızlar oluşturdular ve onlara özel anlamlar yüklediler (23.3). Böylece on iki burç ortaya çıktı. Astroloji uğraşı varlığını işte bu astronomi olayına borçludur.

23.3. Güneş bir aylık süre boyunca aslan takımyıldızının perdeliyor.

Yer-merkezli (geocentric) evren modeli Galileo Galilei'nin gözlemleri ile son bulmuştur. Edmund Halley ise gökkubbe üzerinde bulunan sabit yıldızların aslında sabit olmadıklarını paralaks yöntemi ile göstermiştir. Bu da aslında bu yıldızların hepsinin tek bir küre üzerinde Dünya'ya eşit uzaklıkta bulunmadıklarını, yıldızların farklı uzaklıklarda bulunduklarını göstermiştir. Buna göre takımyıldızlar aslında takım bile değillerdir!

23.4. Andreas Cellarius tarafından 1660 yılında resmedilen yer-merkezli evren.

Antik çağların kabul gören bilgisi günümüzde yerle bir olmuştur. Fakat bu elbette binlerce yıldır aktarılan bilgileri yok saymayı da gerektirmiyor. İçinde yaşadığımız düzeni anlayabilmek, tarih boyunca çeşitli kültürlerden aktarılan bilgileri doğru bir biçimde anlamlandırabilmek için geçmişin bilgilerine de ihtiyacımız oluyor.

Artık Andreas Cellarius'un 1660'ta yaptığı eseri bana daha anlamlı geliyor (23.4). Umarım sizler de keyfini çıkarırsınız.