Herkes gider Mersin'e, ben giderim tersine. Yaz geldi, insanlar akın akın Bodrum'a, Çeşme'ye giderken ben İskoçya'ya, Edinburgh'ya gittim. Elbette işim gereği bu seyahati yapmak zorundaydım, fakat bu gezi fırsatını değerlendirmemek de olmazdı. Ufak bir tatili hak etmiştim. Bu sebeple şehirde gezip görebileceğim yerleri gitmeden önce uzun uzadıya araştırdım.
Edinburgh, hem çok köklü bir tarihe hem de çok zengin bir kültürel geçmişe sahip. Bir gün yolunuz bu şehre düşerse Castle Rock üzerinde bulunan Edinburgh Kalesi'ni, Chambers St. üzerinde bulunan İskoçya Ulusal Müzesi'ni (National Museum of Scotland), Prince St. sonunda bulunan Calton Tepesi'ni ve şehir merkezine yarım saatlik bir mesafede olan Rosslyn Şapeli'ni ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Buralarda, ortaçağda, Avrupa'yı saran bağnazlık ve şiddet dolu kargaşanın içerisinde akılcılık filizlenmiştir. Bu düşünce sisteminin nasıl bir kültürel ve toplumsal yapı içinde doğduğunu anlamak için İskoç aydınlanma tarihi bence bu yüzden araştırılmaya değerdir.
Edinburgh, hem çok köklü bir tarihe hem de çok zengin bir kültürel geçmişe sahip. Bir gün yolunuz bu şehre düşerse Castle Rock üzerinde bulunan Edinburgh Kalesi'ni, Chambers St. üzerinde bulunan İskoçya Ulusal Müzesi'ni (National Museum of Scotland), Prince St. sonunda bulunan Calton Tepesi'ni ve şehir merkezine yarım saatlik bir mesafede olan Rosslyn Şapeli'ni ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Buralarda, ortaçağda, Avrupa'yı saran bağnazlık ve şiddet dolu kargaşanın içerisinde akılcılık filizlenmiştir. Bu düşünce sisteminin nasıl bir kültürel ve toplumsal yapı içinde doğduğunu anlamak için İskoç aydınlanma tarihi bence bu yüzden araştırılmaya değerdir.
34.1. Calton Tepesi'ndeki eski rasathane.
İlk durağım Calton Tepesi oldu; 1775 yılında halkın kullanımına açılmış olan Britanya'nın ilk umumi parklarından biri. Coğrafi konumu ve yapısı sebebiyle tepeye tırmandığınızda tüm şehre hakim bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Parkın içerisinde Milli Anıt, Nelson Anıtı, Dugald Stewart Anıtı, Robert Burns Anıtı gibi İskoçya tarihini ilgilendiren kişilere ve olaylara atfedilmiş olan önemli anıtlar yer alıyor. Gene bu parkın içerisinde bulunan 18. yüzyıldan kalma eski rasathane günümüzde şehrin ışık kirliliği içinde kaldığı için kullanım dışı kalmış durumda (34.1).
34.2. Kraliyet Gözlemevi Edinburgh.
Calton Tepesi üzerinde bulunan eski rasathane işlevini kaybedince yeni bir rasathanenin daha uygun atmosfer koşullarına sahip Blackford Tepesi'ne yapılmasına karar verilmiş. Blackford Tepesi'ne yapılmış olan Kraliyet Gözlemevi Edinburgh günümüzde hala işlevsel vaziyette ve önceden randevu almak kaydıyla ziyaretçilere de açık. Elbette Kraliyet Gözlemevi Edinburgh'yu ziyaret etmek planlarım dahilindeydi (34.2).
34.3. İskoçya'nın en büyük teleskopu.
Rasathaneye randevu saatinde ulaştığımızda daha önce mesajlaştığım Allan beni ve grubumu girişte bekliyordu. Astronomiyi oldukça seven biriydi ve işini büyük bir heyecanla yapıyordu. Turumuzda da bizlere rehberlik eden Allan, gözlemevinin Edinburgh'nun en iyi manzarasına sahip olduğunu iddia ediyordu. Gözlemevinin kubbesine çıktığımızda kendisine hak verdim. Manzara gerçekten muhteşemdi. Ne yazık ki hava oldukça bulutluydu ve gözlem yapma fırsatımız olmadı. Gene de bu ziyaret sayesinde İskoçya'nın en büyük teleskopunu görmüş oldum (34.3).
Bu teleskop ile toplanan ışık bir spektrograf ile frekanslarına ayrıştırılıyordu, böylece binlerce ışık yılı mesafede olan gökcisimlerinin ağırlıklı olarak hangi elementlerden oluştuğu hakkında fikir sahibi olunabiliyordu. Günümüzde çok daha gelişmiş teleskoplara internet ağı sayesinde erişim olduğu için bu teleskopla pek çalışılmıyormuş.
Bu teleskop ile toplanan ışık bir spektrograf ile frekanslarına ayrıştırılıyordu, böylece binlerce ışık yılı mesafede olan gökcisimlerinin ağırlıklı olarak hangi elementlerden oluştuğu hakkında fikir sahibi olunabiliyordu. Günümüzde çok daha gelişmiş teleskoplara internet ağı sayesinde erişim olduğu için bu teleskopla pek çalışılmıyormuş.
34.4. İncelememize izin verilen göktaşı.
Ziyaretimizin geri kalanında bu rasathanede çekilmiş olan bazı astrofotografi negatiflerini inceledik. Hemen ardından bir uzman bizlere Güneş sistemi ve gezegenler üzerine ufak bir sunum yaptı. Son olarak ise göktaşları ile ilgili bir konferans dinledik. Konferansın sonunda ise gerçek bir göktaşına dokunma fırsatımız oldu (34.4). Bu göktaşı saf demirden oluşuyordu. Bu hacimde bir taş için oldukça ağırdı.
Temelde göktaşlarının iki farklı elementten oluşabileceğini ve üç tip göktaşına rastlandığını öğrendim; Demir, silikat veya her ikisinden içeren göktaşları. Tarih boyunca göktaşları insanlık için özel bir yere sahip olmuşlar. Korkunç bir gürültü eşliğinde alevler saçarak gökten düşen bu taş parçalarını görenler korku ve hayranlık duygularına kapılarak bu taşlara tapınmışlar.
Güney Kıbrıs'ta bulunan Paphos Venüs'ü ve Atina'da bulunan Pallas sureti Antik Yunan medeniyetinde kutsal sayılan göktaşlarına örnek veriliyor. Roma İmparatorluğu döneminde ise Efes'teki Artemis tapınağında bulunan bir taşa tapıldığı bilgisi mevcut. Frigya mitolojisinde Tanrıça Kibele'nin düşen bir göktaşı ile ilişkilendirildiği biliniyor [1]. Antik Yunan filozofu Cassius Maximus Tyrius, M.S. 150 yılında Mekkeli arapların inançları üzerine yazdığı inceleme yazısında ise "kime ibadet ettiklerini bilmiyorum ama bir taşa tapındıklarını gördüm" demiştir. Bundan yarım yüzyıl kadar sonra, yani M.S. 200 yılı civarında İskenderiyeli Klement de arapların bir taşa tapındıklarını yazmıştır [2]. Neredeyse tüm eski medeniyetlerde göktaşlarının gök kubbenin üzerinde bulunan Tanrısal alemden ulvi bir mesajı veya uyarıyı getirdiğine, bu taşların özel anlamları olabileceğine inanılmış.
Tatil seyahati denildiğinde limonatamı yudumlayarak güneşlenme düşüncesi her ne kadar daha çok aklıma yatsa da elde ettiğim sonuçtan memnunum. Umarım Edinburgh'da yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi yeterince aktarabilmişimdir.
KAYNAKÇA
[1] Farrington, O.C., "The Worship and Folk-Lore of Meteorites", The Journal of American Folklore, Vol. 13, No 50, pp. 199 - 208, 1900.
[2] Antoniadi, A.M., "On Ancient Meteorites, and on the Origin of the Crescent and Star Emblem", The Journal of the Royal Astronomical Society of Canada, Vol. 33, No 5, pp. 177 - 184, 1939.
Temelde göktaşlarının iki farklı elementten oluşabileceğini ve üç tip göktaşına rastlandığını öğrendim; Demir, silikat veya her ikisinden içeren göktaşları. Tarih boyunca göktaşları insanlık için özel bir yere sahip olmuşlar. Korkunç bir gürültü eşliğinde alevler saçarak gökten düşen bu taş parçalarını görenler korku ve hayranlık duygularına kapılarak bu taşlara tapınmışlar.
Güney Kıbrıs'ta bulunan Paphos Venüs'ü ve Atina'da bulunan Pallas sureti Antik Yunan medeniyetinde kutsal sayılan göktaşlarına örnek veriliyor. Roma İmparatorluğu döneminde ise Efes'teki Artemis tapınağında bulunan bir taşa tapıldığı bilgisi mevcut. Frigya mitolojisinde Tanrıça Kibele'nin düşen bir göktaşı ile ilişkilendirildiği biliniyor [1]. Antik Yunan filozofu Cassius Maximus Tyrius, M.S. 150 yılında Mekkeli arapların inançları üzerine yazdığı inceleme yazısında ise "kime ibadet ettiklerini bilmiyorum ama bir taşa tapındıklarını gördüm" demiştir. Bundan yarım yüzyıl kadar sonra, yani M.S. 200 yılı civarında İskenderiyeli Klement de arapların bir taşa tapındıklarını yazmıştır [2]. Neredeyse tüm eski medeniyetlerde göktaşlarının gök kubbenin üzerinde bulunan Tanrısal alemden ulvi bir mesajı veya uyarıyı getirdiğine, bu taşların özel anlamları olabileceğine inanılmış.
Tatil seyahati denildiğinde limonatamı yudumlayarak güneşlenme düşüncesi her ne kadar daha çok aklıma yatsa da elde ettiğim sonuçtan memnunum. Umarım Edinburgh'da yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi yeterince aktarabilmişimdir.
KAYNAKÇA
[1] Farrington, O.C., "The Worship and Folk-Lore of Meteorites", The Journal of American Folklore, Vol. 13, No 50, pp. 199 - 208, 1900.
[2] Antoniadi, A.M., "On Ancient Meteorites, and on the Origin of the Crescent and Star Emblem", The Journal of the Royal Astronomical Society of Canada, Vol. 33, No 5, pp. 177 - 184, 1939.